19 Kasım 2015 Perşembe

Yazar Sıddık Demir ile Röportaj! RÖPORTAJ: AFŞİN HABER MERKEZİ, MEHMET GÖREN...

Yazar Sıddık Demir ile Röportaj!
RÖPORTAJ: AFŞİN HABER MERKEZİ, MEHMET GÖREN...
1959 yılında Afşin’imizin Tanır mahallesinde doğmuşum. Ailem Dağlıca mahallesinden gelerek Tanır’a yerleşmiş. Tanır mahallesi sakinleri nezdinde hep Dağlıcalı olarak biliniriz. Sülalemize Demircilik mesleğinden ötürü ‘Demirciler’ denir, öyle bilinir. Uzun dönem Tanır mahallesinde demircilik mesleği icra eden ailem bu mesleğin revaşda kalkması üzerine önemli bir kısmı Osmaniye’ye göç ederek hayata oradan tutunurlar.
İlk öğretim okulunu Tanır mahallesinde tamamladım. Liseyi yukarıda bahsettiğim zorunlu nedenle Osmaniye Atatürk Lisesinde okudum. Edebiyat bölümü mezunu olmama rağmen o dönemde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı gerek sınıf gerekse branş öğretmeni yetiştiren Eğitim Enstitüsü Fen bölümüne girdim. Merhum şairimiz Hayati Vasfi Taşyürek’in dediği gibi “Kazanın insiyatifine bağlı; bulguru az korsan çorba, orta halli olursa cıvıklama, çok kaçırırsan pilav olur” hükmü ne yazık ki eğitim politikamıza en iyi misal teşkil eder. Girmiş olduğum okulun son sınıfında Eylül ihtilali oldu. Öğrenci liderliği görevi yaptığım için bir müddet ceza evinde zorunlu ikamete mecbur edildim. İyide oldu, bari kendi durumumuzu ve ülke gerçeklerini yeniden sorgulamamıza vesile oldu. Bazı derslerin final imtihanlarına elleri kelepçeli olarak asker refakatinde girerek mezuniyeti hak ettik elhamdülillah.
 İlk görev yerim Kırşehir Lisesi olmuştur. Uzun dönem lise ve dengi okullarda öğretmenliğin yanında Gazi Üniversitesi’ne bağlı Kırşehir Eğitim Yüksekokulunda Kimya Öğretmenliği yaptım. Gazi Üniversitesi Kimya Bölümünde Lisans tamamlama programı neticesinde bu görevi ifa ettim. Bilahare bakanlık değiştirerek Sağlık Bakanlığına geçtim. Sağlık Meslek Liselerinde aynı görevi yapmanın yanında Elmadağ Sağlık Meslek Lisesi müdürlüğü görevini uzun müddet yürüttüm.
Başkentimizde bulunan bir takım kültür mahfillerinde bulundum. Zamanla idarecilik görevimizde oldu. Şairler Yazarlar Derneği, İnsan ve Kültür Derneği, Selçuklu Sosyal Yardımlaşma Derneği gbi kuruluşların yönetim kurulunda veya genel başkan yardımcılıkları yaptım. Üniversite yıllarında da öğrenci liderliği gibi alanlarda tecrübeli olmam sosyal inkişafımıza zemin hazırlamıştır.
Okul müdürlüğü görevi ifa ederken okul adına kültürel bir etkinlik “Yeni Nefes” adını koyduğumuz bir dergi çıkardık. Okulum adına derginin sahibi bendim. İlk sayıdan itibaren kendi yöremin şair ve yazarlarında birilerini dergiye alma ihtiyacı hissettim. Küçüklükten beri Tanır mahallesinde, köy odalarında şiirleri söylenen Derdiçok aklıma geldi. Onun şiirlerinden bazılarını yayımladım.
İlk altı sayıdan itibaren “Yeni Nefes” dergisi idari soruşturma geçirdi ve ben de okul müdürlüğünden alındım. Çok zordu dergicilik. Çıkardığımız bu yayın, bütün ülkedeki okullara dağıtılıyordu. Kendi imkânlarımızla ve esnafın yardımıyla çıkan bu yayın kendi alanında bir ilk olduğu için hasımları oluşması gecikmedi. Mükâfat beklerken cezalandırılmış olduk. Dönemin genel müdürü bağlı bulunduğu yüksek makamlara dergiyi göstererek “Biz genel müdürlük olarak bile böyle bir dergiyi çıkarmamız mümkün değil. Bir okul müdürümüz bunu nasıl yapar, bunun arkasında dış güçler olabilir” gibi hezeyanda bulunur. Netice malum…
Derdiçok’un şiirlerinin orjinallerini bir öğretmenim vasıtası ile Maraş’ta ikamet eden merhum Ali Sait Emirmahmutoğlu’nun hazinesinde aldırdım. Milli Kütüphane’nin “Cönk” denilen dönemin demirbaş kayıtlarına ilavelerin yanında ilçemiz ve çevresinde yaşayan hafızaları güçlü bilge kişilerden de istifade ederek topladığım şiirleri “Afşinli Derdiçok” adıyla yayımladım. Mezarı Tanırda olduğu için Afşinli dedim. Bu kitap şu an Milli Kütüphanelerde ilgilenenlerin hizmetine sunulmuştur.

İlk kitabımız Derdiçok’a ilaveten, ilçemiz Afşin’in efsane şahsiyetlerinden Dirgen Ali’yi romanlaştırdım. Dirgen Ali olayının iç yüzünü belgesel bir yöntemle, çağdaş islam alimi Menzoğlu Ahmet Efendi ile beraber işledim.
Arzum; elim bir faciayla son bulan bir tarihi yeniden yeşertmek yerine kimseyi incitmeden bu olayla beraber evrensel mesajlar vererek bir taraftan birliğimiz, dirliğimiz adına, diğer taraftan da bu olayla beraber yöremizin kültür değerlerini işlemek ve kültürel sınırları genişleterek Afşinimize hizmet etmektir. Dirgen Ali kitabımızda Milli Kütüphaneye girmiştir. Gazeteci Ömer Lütfü Mete ağabeyin aramızda ansızın ayrılması ‘Dirgen Ali’ senaryosunun görsel medyaya aktarımını akabe uğratmıştır.
Fikri ve edebi yazılarımdan oluşan “Gündemden Kesitler” adında bir deneme kitabımız Dirgen Ali romanını takiben çıkmıştır. Bu kitaptaki makalelerimin büyük çoğunluğu Ulusal yayın yapan “Gündüz” isimli gazetede haftada iki gün kendi köşemde yazılan makallelerdir. Yaklaşık bir yıl köşe yazarlığından sonra yazarlık denilen mesleğin birtakım inceliklerini de öğrenmiş oldum.
Afşinli olmanın gururu; Afşin ve civarındaki kültürel kotlarımızı yazılı hale getirerek önce yöre insanımızın, bilahare sınırları aşarak daha geniş kesimlere duyurabilme ülküsü kazandırdı. Bu iştiyakla başka değerlerimize yönelme arzusu hâsıl oldu. Bu duygu, bağlılık duygusu, yetişmiş aydınlarının meyveli ağaca benzemesi, daha ziyade hiçbir şey beklemeden en azından kendini tatmin etme tadı lezzeti tarif edilemez.
Derken Merhum Ali Afşaroğlu hemşerimin “Ashab-ı Kehf” isimli araştırmasına ilaveten Prof. Dr. Faruk Sümer’in bu konuyla ilgili kitabından hareketle Ashab-ı Kehf yiğitlerinin hayatlarını belgesel bir anlamda romanlaştırmaya koyuldum. Ülkemizdeki yerlerin yanı sıra Amman, Şam ziyaretleriyle araştırmamı genişlettim. Malumdur ki İranlılar her biri kırk beş dakikadan oluşan tam on dört adet CD’den oluşan başarılı prodüksiyonu Ürdün’den çekmişler.
Ankara Etimesgut ilçesinde bulunan Papaz Damiel’le de bağlantı kurarak, onların bu olaya bakış açıları konusunda kanaat oluşturdum. Elbette ki ilk ve tek değişmeyen kaynak “KEHF” suresindeki on sekiz ayet mihenk taşımız olmuştur. Derken “En Uzun Gün” adı altında Eshab-ı Kehf romanı ortaya çıkmış oldu. İşte bir kültür adamının kendi doğup bulunduğu yörenin kültürüne bu şekilde hizmeti önemli bir görevdir. En büyük milliyetçilik bence bu alanda yapılan hizmetle olur. Takdir edilir veya edilmez. Dünyalarını değiştirdikleri halde halen bütün haşmetleriyle yaşayan bir Derdiçok, bir Hayati Vasfi Taşyürek, bir Mahzuni Şerif gibi değerler abu hayat suyunu içmiş gibi değiller mi?
Ne yazık ki her gün yurdun değişik yörelerinde Eshab-ı Kehf külliyesine gelen onlarca insanımıza bu zatlarla ilgili tek sayfalık bilgilendirme amacıyla bile istifadelerine sunulan yazılı bir broşür, risale veya kitap orada bulamazsınız. Yerel yöneticilerin ve devlet faktörünün bu işe el atması bu kadar zor mu? Oportünist bir siyaset, Makyavellisi bir mantık, dünyevileşmiş bir Müslüman... Kaht-ı rical eksikliği vesselam deyip geçelim.
Afşin ve civarında yaşanmış olaylardan oluşan on adet hikâyeden ibaret “ŞAHAN” adındaki bir kitabımızla da ilçemiz merkezli anlatımla noktayı koyar mıyız şimdilik bilmiyorum. Afşin’nin Beyceğiz mahallesinde geçen çarpıcı bir aşk hikâyesiyle okuyucular; bir Ferhat-Şirin, bir Telli Senem-Yazıcıoğlu Osman’ı aratmayacak gerçek bir sevda hikâyesini ŞAHAN’dan göreceklerdir. İlçemizin sorumlu yetkilileri sorumluluklarının idrakine vardıkları vakit bu da olur inşallah…
Afşin’li Derdiçok, Dirgen Ali, En Uzun Gün ve Şahan adındaki dört adet çalışmamız tamamen Afşin’imizin değerlerini konu alır. Afşin merkezli bu değerlerin mesajı bütün ülke insanına yöneliktir.
Bu dört adet kitabımız her Afşinlinin kütüphanesine girmese de, bütün okulların kütüphanelerine, bütün yazar çizer öğretmenlerin bilgisine, idrakine, kamu idarecilerinin sosyal ve kültürel etkinliklerine konu olmalıdır. İnsanlarımız bu konuda bilinçlendirilmelidir ki ilçemizin kültürel sınırları fersah fersah genişlesin.
“Ol mailer ki derya içredur da derya yı bilmezler” der Şair Şeyh Galib. Yani Balıklar denizde yaşadıkları halde suyu bilmezler. Ama insan öyle olmamalıdır. Yaşadığı yerin kıymeti, idrak edilirse artar. Değerler manzumesinin gürleşmesi için dünyevileşmede nispeten kurtulmamız gerekir. İnsana metafizik bir takım ürpertilerle bazen öteler görünür ya, erken yaşlarda da bu süreyi kısaltmak için uyarıcılara çok büyük iş düşer.
İşte Ankara’mızın gerçek sahipleri olan başak insanların konu edildiği ve alanında bu evsafta tek olan “Ankara Gönül Erleri” adında kitabımızla Afşin’imizden biraz uzaklaşmış bulundum. Bir Hacı Bayram Veli, bir Ali Semerkandi, bir Ayaşi, bir Taceddin Veli, bir Hüseyin Gazi ile dünün, bir Galip Kuşçuoğlu, bir Arvasi, bir Derman hoca, bir Yardımedici, bir Asım Köksal ve bir İbrahim Ethem ile bugünün sahiplerinin himmetleriyle Başkentimizin tanınmasına da katkı sağlamış bulunmaktayız. Mevla’m devamını nasip etsin.
Evet “Ankara Gönül Erleri” kitabımızdaki ölümsüz insanları tanımadan, Ankara’da onlarca sene ikamet etmişsin neye yarar. Bu şehirde hiç yaşamamışsın demektir. İşte bu anlamda başvurulacak yegâne eserdir “Ankara Gönül Erleri” kitabıdır.
Sekizinci kitabımızda fikri yazılardan oluşmuş olup “Duyarlı Gezintiler” adında çıkmıştır. Elimizde yeni bir roman çalışması bulunmaktadır, İnşallah muvaffak oluruz.
İnsanı robotlardan ayıran özelliklerden en önemlisi hissiyattır. Makineleşmek istiyorum diye şiir yazanlardan dahi kuvvetle bulunan duygusallık, insanı insan yapar. Yazar- çizer, düşünce adamları duygu anlamında bir çağlayan, bir bora ve bir fırtına olabildikleri için yazar- çizer olurlar.
Peygamberimize izafeten söylenen “Gulub-u Şuara Hazinetullah” sözü söylenmek istenilenin bu anlamda en güzel sözdür. Mealen; şairlerin gönülleri, yani duyguları yani hissiyatları derya gibidir, söyledikçe coşar, çoğalır. Mesele “Sadizm” de bir duygudur, bir hissiyat dır ama Rahmani değil. İşkence etmekten, kan akıtmaktan zevk alan duygu. Fransız yazar Alexsandr Sadizm’in seçtiği yol olup adına izafeten bu akıma “Sadizm” denir ki işledikleri tema tamamen şeytani hissiyattır.
İnsan Ahsen-i Takvim üzere yaratılmıştır. Doğuşta kereste, yani odun gibidir. Zamanla olgunlaşır ve belli bir şekle girer. Aldığı eğitim onun kalıbıdır. Fıtrata uygun bir eğitim ile her geçen gün kâmilledir. Olgunluğun ölçüsü yoktur. Okumak en önemli unsurdur. Kişinin kendini yetiştirmesi aydınlık bir dünyanın gidişatına katkı sağlamış olur ki bunun önemli göstergesi yazar, çizer şairlerdir. Şairler daha çok kırsal kesim veya tarım toplumlarının içinde çıkar. Şehirleşmiş toplumlarda evrensel mesajların dili nesir yazılardır. Yani roman, hikâye ve diğer çalışmalar gibi. Özellikle şehir toplumu mimarları yazarlardır. Bir makalenin ortaya çıkması, için onlarca kitap okunur. Okumadan yazılan yazılar eskiler bilir “Asker Mektubu” gibi kıymeti harbiyesi olmayan gayretlerden olur. ”Habibim de ki hiç bilenle bilmeyen bir olur mu ?“ kutlu sözde de açık seçik okumanın bilgiye ulaşmanın fazileti anlatılır. Bu işler öyle durup dururken tıpkı irticalen şiir söyleyen şairlerin durumu gibi olmaz. Aydınlanmak için okumak, gezmek, görmek şarttır. Eğer ortaya bir ürün konmak isteniyorsa öyle üç beş sene değil belki on ve katları zamanda okumak gerekir. Bu vetirenin sonunda, yani taşma noktasındayken yazmaya başlamak, en doğru olanı budur. Yazar, iddiası olan insan demektir. Mesajlarını sunduğu toplumu evirmek istiyorsa onun değerlerine saygılı bir dil, bir üslup kullanmak zorundadır. Özellikle ana sütü gibi ak ve helal olan dilini bozmadan, güzelim Türkçemize zarar vermeden, yaşayan Türkçemizi yaşatmalıdır ki amaç hâsıl olsun. İşte yazar ile okuyucu arasındaki en hassas ilişki budur. Onu jakobence hırpalamak, zorla birtakım Marksis terminolojinin kulu kölesi yapmaya zorlamak, ona en büyük hakarettir. Kutsal olan insandır. Onu aşan hiçbir kutsiyet yoktur. Her düşünen insanın yolu ona çıkmalıdır. Hareket noktası ve bitiş noktası ona varmayanlar yazar-çizer hüviyeti olsa dahi gerçek anlamda yardıma ihtiyacı olan fukaralardandır. İşte iyi bir yazar olmanın kriterlerinden bazılarını kendi zaviyem de ifade etmeye çalıştım. Bendeniz bu kriterler üzere olmayı düstur kabul ederek karınca kaderince irfan hayatımıza katkıda bulunmayı arzuluyorum. İnşallah muvaffak olurum.
Mehmet Gören kardeşimiz bu işin esprisini anlayan bir hemşerimizdir. Kendisi bu yolda istidadı olan biridir. Bana yönelttiği soruların tamamı ve hatta yöneltmedikleri bir takım konularda meramımı sunmuşumdur. Az lafımız çok, yanlış tespitlerimizi de hoş görü zaviyesinde değerlendirerek çalışmasına katkı sağlamak benim için onurdur. Bu fırsatı lütfedip duygularıma tercüman oldukları için de kendisine teşekkür ederim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder